Erken Cumhuriyet döneminde milliyetçilik ideolojinin izinde yazılmış romanlarda tematik olarak toplumsal ülkünün bireysel arzunun önüne geçmesinin idealleştirilmesi beklenmektedir. Vatanperverlik ideali karşısında roman kahramanlarının sevgiliye duydukları aşkı ve arzuyu bastırdıkları, cinsiyetsizleştirilerek betimlendikleri kanısı yaygındır. Bu çerçevede literatürdeki genel kanı, birey-toplum ayrışması ile şekillenir. Fredric Jameson’a göre bu tür metinlerde bireyin yaşantısı, aslında bir ulusun politik ve tarihsel dönüşümünün alegorik ifadesidir. Ancak millî edebiyata has kimi roman örneklerinde bireysel ve toplumsal hedeflerin ayrıştırılmadan ilişkisellikle sunulabildiği görülmektedir. Bu okuma Halide Edib Adıvar’ın Yeni Turan (1912) ve Ateşten Gömlek (1922) ile Müfide Ferit Tek’in Aydemir (1918) romanlarında aşk temasının ulusal kimlik söylemiyle ilişkisini Fredric Jameson’ın “ulusal alegori” teziyle tartışmakta; ancak bireyin psikolojik derinliğini silikleştiren bu teze eleştirel yaklaşmaktadır. Jameson, bireysel anlatıların zorunlu olarak toplumsal anlatılara dönüştüğünü savunurken, bu makalede bireysel arzunun bastırılmak bir yana, toplumsal kimlik ediniminde rol oynadığı örneklerin de var olabileceğinin altı çizilir. Özellikle kadın karakterlerin öznel arzularının, milliyetçi ideolojinin edilgen nesneleri değil, onu dönüştüren ve yön veren aktif birer özne olarak da romanlarda yer bulması, bu bağlamda önemli bir veridir. Aşk hem bireysel hem toplumsal düzeyde anlam üreten, cinsiyetlendirilmiş bir kimlik inşasının anahtarı hâline gelir. Böylece bu metinlerde, bireysel ve toplumsal olanın birbirini dışlamadığı, ilişkisellikle varlık gösterdiği içerikler öne çıkar.